Türkiye toplumu 2013 yılında “çözüm süreci” adı verilen ve ölüm, çatışma ve savaş haberlerinin kesildiği, barış iklimine gidişin yolunun açıldığı süreçle insani sevinç yaşamaya alışmıştık. Dolmabahçe mutabakatı ile tam da izleme kurulları oluşacak ve barış için bir sonraki aşamaya geçilecek diye beklerken, her ne olduysa KCK açıklamaları ve Sayın Cumhurbaşkanının “izleme kurullarına gerek yok” şeklindeki aleyhe ifadeleri ile eksik – gedik kurulmuş olan barış masası yıkıldı. Geriye 7 Hazirandan sonra sadece, sivillerin yaşadığı alanlara da yayılan ve şiddetlenen çatışma ortamı kaldı. Suruç’taki patlama ile başlayıp, Ceylanpınar’daki öldürülen polislerle tırmanan, Dağlıca ve Iğdır’da öldürülen kamu görevlileri ve her gün kandile yağdırılan bombalar ile yeniden bir şiddet sarmalının içine itildik. Bu durumun Kürt ve Türk halklarına bir getirisi olmayacağı gibi hukukta eşitlik içinde kurulabilecek bir geleceğin inşasına da büyük bir darbeye dönüşebilecektir.
PKK’nın çatışmayı sivil alanlara yayma teşebbüsüne karşı, önce Silvan’da, sonra Cizre, Bismil, Diyarbakır Sur Ilçesinde ilgili idari birim amiri olan kaymakam ve valiler tarafından ilan edilen sınırı ve süresi belli olmayan sokağa çıkma yasakları, 5442 sayılı Il Idaresi Kanunu m.11/C ye göre “kamu esenliğinin sağlanması için …vali gereken karar ve tedbirleri alır” şeklinde düzenlenen yetkiye dayanarak alınmaktadır. Halbuki bu, Anayasa’nın 19. maddesine güvence altına alınan ve Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa Insan Hakları Sözleşmesi 5/1 de düzenlenen “kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı”na, yine Anayasa’nın 23. maddesindeki ve AIHS’in 4. ek protokolündeki “serbest dolaşma özgürlüğü” hakkına aykırıdır. Söz konusu sokağa çıkma yasaklama uygulaması Anayasanın 119-121. maddelerinde düzenlenen olağanüstü yönetim usullerine de aykırıdır. Kamu düzenini sağlamak gayesi ile olsa bile, bu haklar ancak demokratik bir toplumda zorunlu olması halinde ve ancak kanun ile kısıtlanabilir. Anayasaya göre Bakanlar Kurulu’nca belirli şartlar altında kullanılmasına izin verilen olağanüstü yönetim usullerinin, Anayasa ve kanunlara aykırı şekilde Vali ve kaymakamlar eliyle, süre ve içerik sınırı olmadan, çatışmanın tarafı olmayan sivilleri de mağdur edecek şekilde kullanılması kabul edilemez.
Bu bağlamda Insan hakları temelli çalışan sivil toplum kuruluşlarının ve baroların inceleme yapmak üzere Cizre’ye girme taleplerinin kabul edilmemesi, hukuk dışı uygulamaların olduğu ve bunların tespitinden kaçınıldığı ihtimalini akıllara getirmektedir. Hâlbuki bağımsız STK’ların kamu gücünün kötüye kullanımı ve hak ihlalleri var ise tespit etmesi, kendini hukukla bağlı bilen devlet yetkililerinin de işini kolaylaştıracak, yanlış yapanın cezalandırılması ile de temel hakların ihlali ve keyfilik engellenmiş olacaktır.
Bugün itibarıyla de Diyarbakır’ın bazı semtlerinde çatışmaların yaşandığı ifade edilmektedir. Sivil alanlara da yayılan çatışmaları endişe ile izlemekteyiz. Keza bu çatışmalar bahane edilerek batıda yaşayan Kürt vatandaşlara yönelik toplumsal linç girişimleri de gerilimi tırmandıran ve toplumu iç savaşın eşiğine itebilecek olan durumlardır. Öncelikli talebimiz çatışmaların sivil alanda hemen sona erdirilmesi, silahların susturulmasıdır. Siyasal bir mesele olan Kürt meselesinin çözümünün çatışma ile değil, siyasi alanda çözülmesi imkânlarının teminidir.
Hukuk her şartta ve herkes için lazım olan bir müessesedir. Adalet, toplumu bir arada tutan en önemli değerdir. Barış toplumun cennetidir. Çatışma ise cehennem çukurunun başında bekleyiştir. Ortadoğu’daki cadı kazanının hemen yanında, çatışma ve gerilim politikası ile Kürt ve Türklere hayırlı ve huzurlu bir gelecek inşa etmek mümkün değildir. Kan ve gözyaşı son bulmalıdır. Analar daha fazla acı ve ıstırap çekmemelidir. Acilen ateşkes ilan edilmesi, özgür ve güvenli bir ortamda seçimlerin yapılması, söze yeniden fırsat tanınması ve Kürt meselesinin çözümünün siyasal aktörlerce gerçekleştirilmesi talebimizdir.
Kamuoyuna saygıyla arz ederiz.14.09.2015
AKSİYONER HUKUKÇULAR DERNEĞİ
